Nükleer maceradan vazgeçilmelidir
Erhan İÇÖZ*
Nükleer santrallerin zararları saymakla bitmez ve tümü hayati önemdedir. Bu yazıda, mesleğimiz gereği özellikle depremler ve kazaların etkileri üzerinden kamuoyunu uyarmak amaçlanmıştır.
Nükleer dışındaki tüm kazaların etkileri belirli bir süreyle sınırlıdır. Oysa nükleer kazalar ve nükleer savaşların sonuçları yüzlerce, hatta binlerce yıl boyunca toplum sağlığını tehdit eder. Çünkü radyasyonun yarı ömrü çok uzundur ve canlılar için ölümcül sonuçlar doğurur.
Ülkemizin %92’si deprem bölgesindedir. Deprem riski olmadığı iddiasıyla inşa edilen Akkuyu Nükleer Santrali için büyük endişeler taşımaktayız. Bu santral, adeta bir Rusya üssü gibi kendi topraklarımızda inşa edilmekte ve geleceğimizi ciddi biçimde riske sokmaktadır. 6 Şubat 2023’te yaşanan Kahramanmaraş depremlerinin etkisinin 200–300 km mesafeye ulaştığı düşünüldüğünde, Akkuyu’nun bulunduğu bölge için tehlikenin boyutu daha net anlaşılmaktadır. Kıbrıs Ada Yayı ve devamındaki aktif bindirme faylarında meydana gelecek depremlerin Akkuyu üzerindeki etkilerini önceden kestirmek mümkün değildir. Üstelik, inşaat aşamasında birçok çökme ve kaza yaşandığı da bilinmektedir. Bu durum, santralin deprem güvenliğini daha da tartışmalı hale getirmektedir.
Kahramanmaraş depremlerinin ardından Hatay’da tsunami uyarısı yapılmış ve küçük çaplı bir tsunami gerçekten yaşanmıştır. Depremin 200 km uzaklıkta ve karada gerçekleşmiş olması, Akkuyu’ya 150–200 km mesafede denizde ya da karada yaşanacak bir depremin tsunami yaratma olasılığını açıkça göstermektedir. Kıbrıs Ada Yayı ve Helen Yayı’ndaki bindirme faylarının yaratacağı olası depremler, Akkuyu’da tsunamiye neden olabilir. Ülkemiz, yapılan tüm uyarılara rağmen depremlere hazırlıksız yakalanmakta ve yeterli önlem almayan yöneticiler nedeniyle kaotik durumlar yaşanmaktadır. Bu nedenle halkımız, Türkiye’nin ilk nükleer santralinin inşa edildiği Akkuyu konusunda derin bir kaygı içindedir. Bilim insanları şu uyarıyı yapmaktadır:
“Helen ve Kıbrıs yayını bir bütün olarak değerlendirdiğimizde, İzmir’den İskenderun’a kadar olan kıyı şeridi tsunami tehlikesi altındadır.”
Bu faylar üzerinde geçmişte çok büyük depremler yaşanmış, on binlerce insan hayatını kaybetmiştir. Doğudaki Ölü Deniz Fayı’nın da bölgeye etkisi yüksek olacaktır.

İkinci nükleer santralin yapılmasının planlandığı Sinop’ta da durum farklı değildir. Her ne kadar bölgenin düşük riskli olduğu ileri sürülse de, bilim insanları bu görüşe katılmamaktadır. Sinop NGS’nin ÇED raporunda, Karadeniz içindeki fay hatlarının ve Kırım Fayı’nın oluşturabileceği büyük depremlerin santral üzerindeki etkileri yeterince değerlendirilmemiştir. Fukuşima örneği ortadadır: 250 km uzaktaki bir depremin bile nasıl sarsıntı ve tsunamiye neden olduğunu, binlerce km uzaklıktaki Amerika kıyılarında dahi tsunami uyarısı yapıldığını hatırlamak gerekir. Kırım’ın Sinop’a olan mesafesi göz önüne alındığında tehlike daha da belirginleşmektedir. Ayrıca Sinop çevresinde diri faylar bulunduğu gibi, Kuzey Anadolu Fayı da sadece 60–70 km uzaklıktadır.


Yapılan çeşitli çalışmalarda, Karadeniz içindeki tüm faylar ve proje alanındaki aktif faylar haritalarla gösterilmektedir. Ancak Sinop NGS’nin ÇED raporunda bu unsurlara hiç yer verilmemiştir. Hatta çalışma alanında aktif fay bulunmadığı öne sürülmektedir. Oysa jeoloji raporunda alüvyonu kesen bir fayın varlığı belirtilmektedir ki bu bir aktif faydır. Yerinde yapılan, yetersiz jeofizik ölçümlerle ve yüzeysel jeolojik araştırmalarla santral inşa edilmesi büyük bir hatadır.
Akkuyu ve Sinop’ta bölgedeki aktif fayların etkileri yeterince araştırılmamıştır. Akkuyu raporundaki uyarıların maliyet kaygısıyla dikkate alınmadığı ise, yapım sırasında yaşanan çökmeler, su sızıntıları gibi sorunlardan açıkça anlaşılmaktadır.
Fukuşima faciası, alınan tüm güvenlik önlemlerine ve sağlam inşaatlara rağmen nükleer santrallerin asla tam anlamıyla güvenli olamayacağını göstermiştir. Nükleer enerjide sıfır risk mümkün değildir ve bu risklerin sonucu ölümcül olabilir.
Akkuyu’yu inşa eden firmanın, santralin 9 büyüklüğünde bir depreme dayanıklı olduğunu söylemesi, güvenliği sadece yapısal dayanıklılıkla sınırlı gördüğünü ortaya koymaktadır. Oysa deprem bölgelerinde nükleer santral güvenliği yalnızca beton kalitesiyle sağlanamaz. Soğutma suyu Akdeniz’den borularla çekilecek ve ısıtılmış olarak tekrar denize verilecektir. Bu boruların deprem, savaş ya da başka sebeplerle zarar görmesi, ciddi bir nükleer felakete yol açabilir. Ayrıca bu işlem, Akdeniz ekosistemi üzerinde de büyük etkilere yol açacaktır. Ancak bu etkiler üzerine yapılmış doyurucu bir çalışma sunulmamıştır. Aynı durum Sinop için de geçerlidir.
Yıldız Teknik Üniversitesi öğretim üyesi Sayın Nejat Nuri Çetinkaya, “Karadeniz Bölgesi Deprem Risk Analizi” başlıklı yazısında:
“Karadeniz bölgesi için yıllık maksimum deprem büyüklüğü 4.78’dir. Ancak 99 yıl içinde oluşabilecek maksimum büyüklük 8.57 olarak öngörülmektedir.”
Bu büyüklükteki bir deprem çok ciddi risk yaratmaktadır. Çünkü bu 99 yılın hangi tarihten itibaren hesaplandığı bilinmemektedir.
Deprem riskiyle milyonların hayatını tehdit eden Akkuyu Nükleer Santrali derhal durdurulmalı, Sinop’taki projeden vazgeçilmelidir. Zararın neresinden dönülse kârdır. Milyonları riske atmayın.
*Jeofizik Yüksek Mühendisi, EGEÇEP Bilim Kurulu Üyesi
Kaynak: https://www.birgun.net/makale/nukleer-maceradan-vazgecilmelidir-620585