MakalelerTüm Yazılar

İki Bin Dokuz’a Yedi (2009/7) – Av. Arif Ali Cangı

Çevre davalarının en önemlisi çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) davalarıdır kuşkusuz.

ÇED nedir? ÇED Yönetmeliği’nin 4/e maddesinde ÇED; “gerçekleştirilmesi planlanan projelerin çevreye olabilecek olumlu ve olumsuz etkilerinin belirlenmesinde, olumsuz yöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önlemlerin, seçilen yer ile teknoloji alternatiflerinin belirlenerek değerlendirilmesinde ve projelerin uygulanmasının izlenmesi ve kontrolünde sürdürülecek çalışmalar” şeklinde tanımlanıyor.

ÇED, çevre hukukunun ilkelerinden olan önleme ilkesinin somut uygulamasıdır. Çevre Kanunu’nun 10. maddesine göre; ÇED olumlu kararı veya ÇED gerekli değildir kararı alınmadıkça bu projelerle ilgili onay, izin, teşvik, yapı ve kullanım ruhsatı verilemez; proje için yatırıma başlanamaz ve ihale edilemez.

Dolayısıyla ÇED, çevreye olası olumsuz etkileri olabilecek projelerin hayata geçirilebilmelerinin ön koşuludur.

Çevrenin korunması için bu kadar önemli olan ÇED’in ülkemizdeki uygulamalarına baktığımızda, var oluş amacına uygun işletilmediğini ve koruma güvencesi yaratmadığını görüyoruz.

Uygulamada ÇED’i üç ayrı şekilde görüyoruz. Bunlar ÇED muafiyeti kararı, ÇED gerekli değildir kararı ve ÇED gereklidir kararından sonra işletilen ÇED süreci sonunda verilen ÇED olumlu ya da olumsuz kararıdır.

Bunların her biri ayrı yazı konusu olabilecek içeriktedir. Bu yazıda “ÇED muafiyeti” ile “ÇED gerekli değildir”in tanımları ile yetinmek istiyorum. Asıl olarak ÇED süreci işletilip sonunda verilen ÇED olumlu kararının Mahkemece iptalinin etkisiz hale getirilmesine ilişkin 2009/7 uygulamasından söz etmek istiyorum.

ÇED Yönetmeliği’nin EK-2 ve EK-2 listelerindeki projeler ÇED’e tabidir. EK-1’de Çevresel Etki Değerlendirmesi Uygulanacak Projeler, EK-2’de de ön inceleme ve değerlendirmeye tabi projeler yer almaktadır. ÇED gerekli değildir kararları EK-2’de yer alan projeler için verilir. Her iki listede olmayan projeler ise ÇED’den muaftır. Bunun dışında başka ÇED muafiyetleri de vardır. Ben bunlara “tuhaf muafiyetler” diyorum. Yürürlükteki ÇED Yönetmeliği’nin EK-2. maddesinde düzenlenmiş, ilk ÇED yönetmeliğinin yürürlüğe girdiği 7 Şubat 1993 tarihinden önce üretime ve/veya işletmeye başlayan projeler ile 23 Haziran 1997 tarihinden önce kamu yatırım programına alınmış olup, 29 Mayıs 2013 tarihi itibarıyla üretim veya işletmeye başlamış olan projeler ile bunların gerçekleştirilmesi için zorunlu olan yapı ve tesisler de ÇED’den muaftır.

MAHKEME KARARINA DİRENMENİN ADI 2009/7

ÇED’e ilişkin bu genel bilgilerden sonra 2009/7 Genelgesi’ne gelelim.

ÇED’e tabi ya da ÇED gereklidir kararı ile Halkın Katılımı Toplantısı, ÇED Raporu, İnceleme Değerlendirme Komisyonu (İDK) toplantısı, nihai ÇED süreçlerinden sonra verilen ÇED olumlu kararına karşı yapılabilecek tek şey 30 gün içinde İdare Mahkemesi’nde yürütmeyi durdurma istemli iptal davası açmaktır. Çok zorlaşmış olsa da diyelim ki yürütmeyi durdurma kararı ya da davanın sonunda iptal kararı aldınız, bu şekilde işiniz bitmiyor. 2009/7 sayılı genelge var, onda işiniz daha da zor.

Nedir 2009/7 sayılı genelge? Dönemin Çevre ve Orman Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu’nun(1) imzasını taşıyor. 13.02.2009 tarihli ÇED Yönetmeliği Uygulamaları konulu genelgede; “Çevresel Etki Değerlendirmesi olumlu kararları hakkındaki yürütmenin durdurulması/iptal kararları, hakkında ÇED olumlu kararı verilen ÇED raporunun bir ya da birkaç bölümüne ilişkin ise ve yürütmenin durdurulması/iptal kararı, ÇED raporunun diğer bölümlerini olumsuz yönde etkilemiyor, yani kararın tümünün yeniden ele alınıp değerlendirilmesini gerektirmiyorsa, ÇED Raporunun hazırlanmasına ilişkin tüm sürecin en baştan tekrarlanmasına gerek bulunmamaktadır” deniyor. Ardından “sadece eksik veya yetersiz görülen kısımların yeniden düzenlenerek hazırlanacak ÇED raporunun Bakanlığa sunulmasından sonra toplanacak İDK toplantısında nihai yapılacağı, ardından karar verileceği” yolu gösteriliyor(2).

Genelgede söz edilen süreç o kadar hızlı işletiliyor ki, halkın katılımı toplantısı yok. Mahkeme kararının uygulanması için yasanın öngördüğü 30 günlük azami süre dolmadan yeni ÇED olumlu kararı verilebiliyor. Bu aşamadan sonra, aldığınız Mahkeme kararının hiçbir kıymeti kalmıyor. Sizin yapmanız gereken yeniden dava açmak. Yeni davadan alacağınız yürütmeyi durdurma veya iptal kararı da yeni bir 2009/7 ÇED’iyle uygulanamaz hale getirilebiliyor. 2009/7 sayılı genelgenin aynı projeye uygulanmasının sayı sınırı yok. Proje süresi sonuna kadar tekrar edebilir.

Genelge; Anayasa, yasa, tüzük ve yönetmelikten sonra gelen bir düzenleyici işlemdir. Gelin görün ki 2009/7 sayılı genelge, uymak zorunda olduğu hukuk normlarının yani yasanın ve anayasanın üstünde bir işlev görüyor. Bırakınız yapsınlar, bırakınız yıksınlar anlayışının ürünü olan bu ucube genelgenin amacı,  çevreye zarar verecek bir takım yatırımların, ‘halkın ve yargının denetiminden kaçırarak’ ne pahasına olursa olsun gerçekleştirilmesini sağlamaktır. Genelgenin özü ise, “mahkeme kararını uygulamayın” emridir.

İzmir-Menderes-Efemçukuru Altın Madeni bu genelge sayesinde çalışıyor ve İzmir’in su havzasını kirletmeye devam ediyor. İzmir-Dikili-Çukuralan Altın Madeni de 2009/7 sayılı genelgenin birden çok kez uygulanmasıyla faaliyetini sürdürüyor. Bölgenin yeraltı sularını kirletiyor, orman ekosisteminde dönüşü olmayacak yıkımlara yol açıyor. Bugünlerde Muğla- Menteşe- Deştin’de kesinleşmiş yargı kararlarına rağmen Entegre Çimento Fabrikası Projesi için 2009/7 sayılı genelgeye dayanılarak yeni ÇED süreci işletiliyor. Aynı şekilde Milas’ın Çamlıca Köyü Kayaderesi Vadisi’nde  projelendirilen ve ÇED’i kesinleşmiş Mahkeme kararı ile iptal edilen Bodrum Barajı için de 2009/7 sayılı genelgeye dayanılarak yeni ÇED süreci başlatılmış durumda.

Uygulandığı projeler saymakla bitmez. 2009/7 sayılı Genelge yürürlükte kaldığı sürece ÇED’in önleme, davaların da çevreyi koruma işlevi olmayacak. 

1 – Veysel Eroğlu deyince 2000 yıllık antik sağlık yurdu olan Allianoi’nin Yortanlı Barajının çamurlu sularına gömülmesi, Efemçukuru Altın Madeni yüzünden Çamlı Barajının yapılmasının DSİ eliyle engellenmesi ve İzmirlilerin 100 km uzaklıktaki dibi delik Gördes Barajının pahalı suyuna mahkum olmaları aklıma geldi. Sayın Eroğlu, bu iki müthiş olayın baş mimarı.

2 – https://webdosya.csb.gov.tr/db/ced/icerikler/2009-7_say-l-_genelge-20180729174058.pdf

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir