Haberler

EGEÇEP, Ege Bölgesi’nin sorunlarına dikkat çekti!

19’uncu genel kurulunu toplayan EGEÇEP, Ege bölgesinin ekolojik sorunlarının dile getirildiği bir açıklama yaptı.

Ege Çevre ve Kültür Platformu, 19’uncu genel kurulunu topladı. Ege bölgesinin farklı bölgelerinden çevre örgütlerinin katılımı ile gerçekleşen kurulda çevreye zarar veren projeler ve bu projelere karşı verilen mücadeleler masaya yatırıldı. 

Genel kurulda Ege bölgesinin ekolojik sorunlarının dile getirildiği bir açıklama yapıldı.Açıklamada şu ifadelere yer verildi:

Ne pahasına olursa olsun kalkınma, büyüme anlayışındaki kapitalist, endüstriyel sistem, yeryüzündeki yaşamı tüketiyor. İklim krizi karşısındaki tutumumuz varlık/yokluk meselesi halini aldı.

İklim değişikliği ile mücadele amacıyla hazırlandığı iddia edilen İklim Kanunu Teklifi Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunuldu, tüm uyarılara ve itirazlara rağmen Çevre Komisyonu’nda aynen kabul edildi, önümüzdeki hafta Genel Kurul’un gündemine girmesi bekleniyor.

İklim değişikliğinin failleriyle ortaklaşa hazırlanan Karbon Piyasası Kanunu niteliğindeki bu kanun ile iklim korunamaz. 100’ün üzerinde çevre, ekoloji ve iklim hareketinin imzaladığı Doğayı ve Yaşamımızı Koruyan Gerçek Bir İklim Kanunu İstiyoruz!” başlıklı açıklamada da yer verildiği gibi yaşamı, doğayı, iklim adaletini ve insan haklarını savunan, katılımcı bir süreçle hazırlanacak gerçek bir İklim Kanunu istiyoruz! Karbon pazarı kurmayı amaçlayan teklif acilen geri çekilerek, çevre örgütlerinin, sermayeden değil doğadan yana biliminsanları ve uzmanların görüş ve önerileriyle bilimi, iklim adaletini ve toplumsal ortak faydayı önceleyen bir perspektife uygun olarak, yeni bir kanun teklifi yazılmalıdır.
Bu sadece ülkemize karşı değil tüm dünyaya ve yaşama karşı bir sorumluluğumuzdur.

Anayasaya aykırı Aliağa Termik Santralı
Bir yanda İklim Kanun Teklifi tartışılırken, iklim değişikliğine yol açan fosil yakıt endüstrisinin başında gelen kömür işletmeleri ile termik santrallere teşvikler sağlanmaya devam ediliyor. Bunun en güncel örneğini, geçtiğimiz günlerde kentimizde yaşadık.

Aliağa’da bulunan İzdemir Enerji Santrali- II’ye Anayasa Mahkemesi ve İdare Mahkemesi kararı yok sayılarak 6 Mart’ta yeniden Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) olumlu kararı verildi. Bundan iki gün önce Termik Santralın 2014 yılından bu yana birinci sınıf gayrisıhhi açılma ruhsatı olmadan çalıştığı tespit edildi ve İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından mühürleme işlemi yapıldı.

Anayasa ve yasalar yok sayılarak, Aliağa’nın ve bölgenin yaşamının kirlenmesi umursanmadan Termik Santralın çalıştırılmasına sessiz kalmayacağız. 35 yıl önce olduğu gibi sağlıklı yaşamdan yana olan herkesle ortaklaşarak, termik santralın bacası tütmeyinceye kadar mücadelemizi sürdürüleceğiz.
 
Aliağa gemi çöplüğü değildir
Aliağa’daki gemi sökümü; gemilerin ülkeye giriş ve söküm süreçlerindeki usulsüzlükler, izin ve raporlardaki eksiklikler, uygunsuz çalışma şartları, yetersiz denetim ve alınmayan çevresel önlemlerle birlikte, çevre ve halk sağlığını ağır şekilde tehdit etmektedir. Deniz ekosistemi ile karasal alanda ciddi kirlenmeye yol açan, tehlikeli ve hatta radyoaktif atıkların yasadışı yollarla ülkeye girişine imkân sağlayan bu tesislerle ilgili idari ve yargısal önlemler bir an önce alınmalıdır.

Tesislerin bulunduğu arazinin TOKİ tarafından Aliağa Belediyesi’ne devredilmesi, Belediyenin sahayı gemi sökümcülere tahsis etmeye kalkışması alınacak önlemlerden vazgeçilme sonucu doğurmamalıdır.

Çevresel etki değerlendirmeden dahi muaf tutulan bu tesislerin kirletici faaliyetlerine denetimsiz ve kontrolsüz şekilde devam etmesine sessiz kalmayacağız. Kapasite artırımı gerekçesiyle başlatılan ÇED süreci takibimizde olacaktır. Şimdiye kadar olduğu gibi Gemi Söküm Koordinasyonu ile birlikte mücadelemizi sürdüreceğiz. Aliağa’yı çöp gemilerin maliyetsiz söküldüğü yer olmaktan çıkartacağız.

Turizm kılıfı altında yağma ve talana izin vermeyeceğiz
1 İzmir, Çeşme Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi sınırları, 12 Şubat 2020 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanı kararı ile genişletilerek yeniden belirlenmişti. Bu kararla, güneye doğru orman alanları, kıyılar, deniz alanı ve koruma alanları, meralar, tarım alanları ve Carufa Adası da dahil edilerek, önceki 11 ayrı turizm alanıyla birlikte Yarımadanın %40’ını kapsayan devasa bir bölge turizm alanı olarak belirlenmişti. Turizm kılıfı altındaki bu yağma ve talan projesine karşı İzmir Barosu, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, İzmir Tabip Odası, İzmir Yaşam Alanları, ÇEŞÇEP bileşenleri ve 141 İzmirli yurttaşla birlikte davacı olmuş ve Danıştay tarafından iptalini sağlamıştık.

Danıştay kararına rağmen bölgede yapılan imar plan düzenlemeleri ve SİT derecelerinin düşürülmesi yoluyla parça parça yağma ve talana devam edilmek istenmektedir. Yarımada’nın doğal ve kültürel varlıklarının geri dönüşü olmayacak şekilde tahrip edilmesine, halka kapatılmasına sessiz kalmayacağız. Turizm kılıfı altında yağma ve talana izin vermeyeceğiz.

İliç Ekokırımı ve Altın Madenciliği
Geçtiğimiz yıl yaşanan Erzincan’daki altın madeni faciasının hatırası hâlâ taptaze.

Erzincan-İliç’te siyanürle yığın liçi yöntemiyle işletilen Çöpler Altın Madeni’nde, 13 Şubat 2024 saat 14.30 sularında liç sahasında meydana gelen kayma sonucunda büyük bir felaket yaşandı. Maden çalışanı 9 kişi, kayan siyanürlü ve ağır metalli balçığın altında kaldı. Son işçinin cansız bedenine 116 gün sonra ulaşılabildi. Göstere göstere gelen ekokırımın kurbanları emekçi kardeşlerimizin ailelerine bir kez daha başsağlığı ve sabır diliyoruz. İliç’te altın madenciliğinde yaşanabilecek en büyük facialardan birisi yaşandı. Uzmanlar, maden işletmesine karşı mücadele edenler uzun zamandır uyarmışlardı. Ancak uyarılar dinlenmedi.

İliç ekokırımına rağmen vahşi sömürge madenciliği olan altın madenciliği ülkemizin her yerinde son hızla devam ediyor. Bölgemiz de bu saldırıdan nasibini almaktadır.

Hakkında defalarca mahkeme kararı alınan Dikili Çukuralan Altın Madeni’nde galeri yöntemiyle faaliyet sürdürülüyor. Bu galerilerin nereye kadar gittiği, nereleri etkilediği bilinmiyor. Hukuka aykırı şekilde 2009/7 sayılı genelgeyle verilen yeni yeni izinlerle çalışan altın madeni bölge için büyük risk yaratmaktadır. Aynı zamanda defalarca verilen mahkeme kararları, AİHM kararına aykırı olarak faaliyetini sürdüren Bergama Ovacık Altın Madeni işletmesinin hukuksuz faaliyetini uzatmaktadır.
 
Çukuralan Altın Madeni 3. kapasite artırımı ÇED iznine ilişkin verilen hukuka aykırı kararı Anayasa Mahkemesine götürdük. En son yayınlanan kırma eleme tesisi ÇED olumlu kararının iptali için dava hazırlığımız devam ediyor.

Bölgemizdeki bir başka altın madeni ise Kızıldağlar’ın tepesinde Efemçukuru’nda yer alıyor. Bu madenin bölgeye nasıl bir zarar verdiği bilinmiyor. İzmir Büyükşehir Belediyesinin denetim ekipleri madene sokulmuyor. Öte yandan madenin yeni bir kapasite artışına gideceği yönünde, bölge halkından gelen duyumlar mevcut.

İzmir’in en önemli içme suyu havzasında, Tahtalı Barajının yanı başında olan bu maden işletmesi yüzünden 300.000 kişiye içme suyu sağlayabilecek olan Çamlı barajının yapımından vazgeçilmiş, bunun yerine İzmir’in suyunun 130 kilometre uzaktan Manisa Gördes barajından getirilmesi planlanmıştı. Bu yüzden onbinlerce kuşun konaklama alanı olan Marmara Gölü kurudu. Bölge ekolojisinin geri dönülemez şekilde tahrip edilmesi anlamına gelecek olan, gölün tarım arazisi haline getirilmesi projesi ise neyse ki Egeçep bileşenlerinin de dahil olduğu bir hukuki mücadeleyle engellendi.

Tam bir sömürge madenciliği olarak yürüyen, kurulduğu bölgeyi bir cehennem çukuruna çeviren altın madenciliğine karşı EGEÇEP bileşenlerinin Balıkesir’de Madra boyunca Burhaniye’de, İvrindi’de; İzmir’de Bergama’da Kozak’ta, Dikili’de; Uşak’ta Eşme’de verdiği mücadele devam ediyor. Son olarak Eşme Kışladağ’da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ihlal kararına hükmetmesinin ardından yeniden iç hukuk süreci açılmış, Egeçep’in Eşmelilerle birlikte bu cehennem çukuruna karşı hukuki mücadelesi yeni bir aşamaya girmiştir.

İzmir’in radyoaktif belası
Hepinizin yakından takip ettiği gibi, İzmir’in başında bir de radyoaktif atık belası var. EGEÇEP olarak diğer çevre örgütleri ve duyarlı yerel yöneticilerle birlikte ortaya çıkarılmasından bu yana her aşamasını takip ettiğimiz, İzmir’in tam ortasında, Gaziemir ve Karabağlar ilçelerinin arasında yer alan Aslan Avcı Kurşun fabrikasındaki nükleer atıklar.

Gizli saklı yürütülen ihalelerin sonuçlanmasının ardından 24 Temmuz 2024 tarihinde başlayan sözde temizleme ve bölge ıslah çalışmalarıyla birlikte, Aralık ayının sonuna kadar, yaklaşık 550 kilogramı radyoaktif olmak üzere 3500 ton tehlikeli atık, nereye ve nasıl götürüldüğü belli olmadan, bilimsel olmayan metotlarla eski fabrika sahasından çıkarılmıştır ve çıkarılmaya devam etmektedir. Buna karşı Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın ve Nükleer Düzenleme Kurumu’nun verdikleri izinlerin iptali için dava açılmış ve suç duyurusunda bulunulmuştur.

Harmandalı İzmir’in çöp alanı olmaktan kurtarılmalı
EGEÇEP olarak yakından takip etmeye devam edeceğimiz bir başka çevre sorunu da Harmandalı çöplüğüdür. İzmir’in ürettiği günlük yaklaşık 5 milyon ton çöpün büyük çoğunluğu Harmandalı çöp toplama alanına dökülmektedir. Harmandalı daha önce acı bir şekilde tecrübe edildiği gibi, aşırı yağış ya da depremin tetikleyeceği bir heyelan tehdidi altındadır. Bu bir çevre sorunu olduğu kadar, bir kent adaleti sorunudur. Harmandalı’nın İzmir’in çöp alanı olmaktan kurtarılması, doğa tahribatına yol açmayacak bir yerde ve uygun teknolojinin kullanıldığı atık tesislerinin devreye sokulması için, katılımcı bir biçimde hazırlanıp uygulanacak acil bir eylem planı hayata geçirmelidir. Bunun takipçisi olacağımızı da buradan ilan etmek isteriz.

 Sermayenin yeşil enerji kuşatması
Sermayenin “enerji ihtiyacı” ya da “kalkınma” sopasıyla zorla kabul ettirmeye çalıştığı madenler ve enerji yatırımlarına karşı, EGEÇEP bileşenlerinin su havzalarımızı, ormanlarımızı, meralarımızı, sadece insanın değil tüm doğal yaşamın varlığını koruma mücadelesi sürüyor. Manisa Gördes’te nikel madeni işletmesinin, Gediz ovası ortasındaki titanyum-zirkonyum madeni arama izinlerinin ya da tüm ovanın asit yağmuruyla çölleştirilmesi anlamına gelecek olan sülfürik asit tesisinin birkaç büyük sermaye sahibini zenginleştirmek dışında bir faydasının olmayacağı, tarımı ve doğal yaşamı geri dönülemez bir şekilde tahrip edeceği ortadadır. Ekonomik kalkınma dedikleri kendi sermayelerini büyütmekten başka bir şey değildir.

Bununla birlikte sermaye yeşil enerji denilen yenilenebilir enerjiyi de doğal dengeyi ve dünyamızın geleceğini korumanın değil zenginleşmenin bir imkânı olarak görmektedir. Hükümet teşviklerle, kredilerle, alım garantileriyle, kolaylaştırdığı lisans ve ÇED süreçleriyle sermayenin doğa talanının önünü açma görevini üstlenmiştir. Manisa’da Salihli’nin, Sarıgöl’ün, Akhisar’ın, Alaşehir’in en verimli tarım arazileri, İzmir’de Seferihisar’ın, Selçuk’un köyleri jeotermal enerji santrallerinin tehdidi altındadır. Eğer dur demezsek Aydın’da inciri yok eden jeotermal enerji, bu bölgelerde de üzümü, zeytini aynı kadere mahkûm edecektir. Manisa bölgesindeki Egeçep bileşenleri artık mahalle aralarına giren jeotermal tesislerine karşı, tarım arazilerinde gizli sondaj yapan şirket görevlilerinden yeni ruhsat alanlarının iptaline, bilirkişi incelemelerinden mahkeme salonlarına, dur durak bilmeyen bir çaba göstermek zorunda kalmaktadır.

Bir başka sözde yeşil enerji kuşatması da Karaburun başta olmak üzere İzmir Yarımadasında, rüzgar ve güneş enerji santralleriyle yaşanmaktadır. Karaburun’un yüzölçümünün yüzde 85’i enerji üretimi projelerine tahsis edilmiştir. Mera, tarım alanı ya da “özel çevre koruma bölgesi” olmasına bakmaksızın yeni projelere lisans verilmekte, mevcut lisans sahaları “birleşik yenilenebilir enerji santralleri”ne dönüştürülmektedir. Karaburun’un eşsiz habitatı, biyoçeşitliliği rüzgâr enerji santrallerinden sonra köylerin etrafını çevreleyen aynalar gibi güneş enerjisi santrallerinin tehdidi altındadır. Bölgedeki Egeçep bileşenlerinin bizzat yöre halkının yaşamından gözleyerek aktardığı gibi, sermayenin “yenilenebilir” enerji ve “yeşil ekonomi” ile vaat ettiği kurtuluş, Karaburun için bir “yok oluş” anlamına gelmektedir.

İzmir’in ve bölgenin karşı karşıya olduğu çevre ve ekoloji sorunlarına olabildiğince kısa şekilde değinmeye çalıştıktan sonra, son olarak, Tire Çayırlı köylülerinin çığlığını size aktarmak isteriz. Çayırlı köylülerinin Belevi-Tire Yolu Projesi için acele kamulaştırılan arazilerini korumak için verdiği mücadele sürüyor. 5-10 zenginin tarlası gitmesin diye el çabukluğuyla yapılan güzergâh değişikliği sonucunda, Çayırlı köylülerinin on yıllardır işlediği, gözü gibi baktığı, emeğiyle alın teriyle elde edip bugünlere getirdiği zeytinlikleri, incir bahçeleri gasp ediliyor. Çayırlı köylüleri hükümete sesleniyor: Hep zenginleri mi koruyacaksınız? Hep zenginden mi yana olacaksınız?

Egeçep bundan 20 yıl önce, 25 Aralık 2005 tarihinde gerçek bir ihtiyaca karşılık olarak, Ege’nin dört yanında doğa talanına karşı duran çevre gönüllülerinin ve sivil toplum kuruluşlarının yan yana durma ihtiyacından doğmuştu. Hepimiz biliyoruz ki bu ihtiyaç ortadan kalkmış değil, aksine daha da büyümüş durumda.

Dolayısıyla bir avuç zengini daha zengin etmek için doğayı talan eden bu düzene karşı, Egeçep’in mücadelesi sürecek. Egeçep toprağını, ormanını, merasını korumak için mücadele eden köylülerin yanında olmaya, tahrip olan doğal habitatında yaşam şansını yitiren kurdun, kuşun, sincabın sesi olmaya devam edecek.

Kaynak: https://www.egedesonsoz.com/egecep-ege-bolgesinin-sorunlarina-dikkat-cekti

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir